Tuesday, March 30, 2010
N-02) Murat Bardakçı --- TUĞBA AKÇAY PLAGIARISM vakası - 2010 - Afyon Kocatepe Üniversitesi --- Habis ur PLAGIARISM
---------------------------------------------
Murat Bardakçı
Bilim dünyamızın habis uru: İntihal!
29 Mart 2010 Pazartesi, 15:58:05
İNTİHAL, mâlumunuz, bir başkasının eserini “çalmak” demektir.
Kelime sözlüklerde her ne kadar “başkasına ait eseri kendisininmiş gibi yayınlama” gibisinden “inceltilmiş” ve “kibar” bir şekilde ifade edilmekte ise de, intihal, basbayağı bir hırsızlıktır. Adamın cebinden parasını çalmakla, birinin evine gizlice girip eşyalarını yürütmekle veya yankesicilikle intihal arasında hiçbir fark yoktur. Birinde çalınan paranız yahut malınızdır, diğerinde ise emeğinizin mahsulü olan göznurunuz, eseriniz!
HABERTÜRK Televizyonu’ndaki “Tarihin Arka Odası”nda, bundan birkaç hafta önce bir intihalden bahsettim. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde 2005 senesinde yapılan bir yüksek lisans tezi baştan sona çalıntıydı; hırsızlığı yapan kişinin hocalarına teşekkür ettiği önsözdeki birkaç cümle dışında her tarafı bir başka eserden makaslanmıştı! Hem de nereden? Benim bundan 15 sene önce çıkarttığım bir bestekârı konu alan ve bugün piyasada bulunmayan bir kitabımdan! Tezi yapan hanımefendi kitabımı bilgisayarının yanıbaşındaki tarayıcıya koymuş, sayfa sayfa tarayıp yazı dosyası haline getirip tez jürisine sunmuştu. Katlandığı tek zahmet işte bu tarama işi ve yazdığı kısa önsözde hocalarına ettiği teşekkürden ibaretti.
ÜNİVERSİTEYİ KUTLARIM
Tez jürisinde bulunan işinin erbâbı ve konuya her yönüyle vâkıf hocalar, bu çalıntıyı gözleri kapalı bir şekilde “yüksek lisans tezi” yani “eser” olarak kabul edivermiş, hırsızı unvan sahibi yapmışlardı.
Kitabımdan çalıntı olan tezi bulup televizyonda göstermemden ve hırsızlığı ayrıntılarıyla anlatmamdan sonra, Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin Sosyal Bilimler Enstitüsü konuya el attı. Yeni bir jüri kurdular ve jüri biraç hafta içerisinde kararını verdi: Tezin çalıntı olduğu anlaşıldı, tez sahibine 2005’te verilmiş olan yüksek lisans diploması iptal edildi, üniversitenin rektörü de kararı onayladı.
Afyon Kocatepe Üniversitesi’ni meseleyi bu kadar kısa zamanda çözüme kavuşturduğu için tebrik etmem gerekiyor. Aynı üniversitenin diğer hocaları bundan beş sene önce önlerine gelmiş olan tezin kaynaklarını hiçbir şekilde araştırma zahmetine her ne kadar katlanmadan intihalciye “Maşallah” diyerek unvan vermişlerse de, hatadan şimdi dönülmüş ve üniversitenin namusu temizlenmiştir. Bu karar, ilgili kurullarının gündeminde dünya kadar intihal dosyasını bekleten ve zülf-i yâre dokunması endişesinden yahut çeşit çeşit ilişkiden veya endişeden dolayı bir türlü karara varamayan diğer üniversitelere de ders ve örnek olmalıdır!
MÜCADELEDE ÖNCELİK
Üniversitelerimizin en büyük derdinin bilimsel araştırmalardaki kalite düşüklüğü olduğunu zannederiz ama asıl dert çok başkadır ve intihalciliğin gittikçe artmış olmasıdır. İlimdeki noksanlar zamanla tamamlanabilir, yetersiz olan bilim adamının yerini ileride işinin erbâbı olanların alması da mümkündür ama bünyesi “intihal” denilen hırsızlıklarla mâlul olan ve dolayısı ile ahlâken çöken bir üniversitenin tedavisi artık mümkün değil gibidir.
İntihal, üniversitelerimizde artık maalesef rutin bir faaliyet olmuştur. Bu iş özellikle fen bilimlerinde almış başını gitmiştir, bazı hocalar taşıdıkları unvanı çalmış oldukları eserlere borçludurlar, hatta intihaller arasında bundan 50 sene önce yayınlanmış eserlerden makaslamalar bile mevcuttur. Açılan soruşturmaların çoğunda bir karar alınamamaktadır, çalışmanın çalıntı olduğu konusunda karar verilmiş olsa bile, hırsızlığı satır satır belirlenen bazı üniversite mensupları dava açmakta ve mahkemeler iptal kararlarını bozmaktadır.
Tekrar söyleyeyim: Üniversitelerimizin bilimsel seviyesini yükseltmeye çalışmak tabii ki gerekmektedir ama bilim dünyasının içini bir ur gibi sarmış olan bu intihal belâsı ile mücadeleye öncelik verilmesi artık şarttır!
---------------------------------------------
N-02) Murat Bardakçı --- TUĞBA AKÇAY PLAGIARISM vakası - 2010 - Afyon Kocatepe Üniversitesi --- ÖĞRETİM GÖREVLİSİ - Alçak Lisans Tezi
----------------------------------
Murat Bardakçı'ya Büyük Şok! Bir Öğretim Görevlisinin Ahlaksızlığı
Pazar, 31 Ocak 2010 04:28
Murat Bardakçı'ya Büyük Şok! Bir Öğretim Görevlisinin Ahlaksızlığı
Dün gece Habertürk'te yayınlanan "Tarihin Arka Odası" programında, Murat Bardakçı, Refik Bey isimli kitabının bir öğretim görevlisi tarafından, yüksek lisans tezi olarak aynen kopya edildiğini belgeledi.
Fatih Altaylı:
"Yüksek lisans değil alçak lisans tezi"
Bu rezaleti gerçekleştiren bizim üniversitemizde, bizim gençlerimizi eğiten bir öğretim görevlisi.
Bu yüksek lisans tezini Murat Bardakçı'nın "Refik Bey" kitabından aynen kopya eden Afyon Kocatepe Üniversitesi öğretim görevlisi Tuğba Akçay.
Program içerisinde üniversitede görevli bir doçent her ne kadar öğretim görevlisinin üniversite ile çalışmadığını söylese de, netice itibariyle bu tez o üniversiteden geçti.
Fatih Altaylı ise konuyla ilgili, Yüksek lisans tezi değil, bu alçak lisans tezidir" dedi.
Tuğba Akçay'ın aynen kopya ettiği tezinin adı, "Refik Fersah'ın hayatı, eserleri ve besteciliği".
İsim haricinde herşey Murat Bardakçı'nın kitabında aynen kopya edilmiş durumda.
Burada üzülmesi gereken aslında Murat Bardakçı değil, en çok üzülmesi gereken bu üniversitelerde okuyan öğrencilerdir.
Bilim ahlakı denen bir şey vardır, bir üniversite de öğretim görevlisi olmuş bir kimse, böylesine bir hırsızlığı yapacak acizlikte ise, öğrencilere eğitim, öğretim ve ahlak adına ne verecek.
Üstelik bu olay Murat Bardakçı'nın bir okurunun ihbarı üzerine ortaya çıkmış, tesadüfi bir hadise.
Kim bilir daha neler var?
Murat Bardakçı konuyla ilgili haklı sözlerini şöyle devam ettirdi;
"Afyon Kocatepe Üniversitesi bu pisliği temizlemek zorunda, tez bir hocanın namusudur" dedi.
Murat Bardakçı'nın bu konunun üzerine gideceğini hatırlatarak, eğitim ile ilgili artık kökten bir düzenlemenin gerektiğini vurgulamak istiyoruz.
----------------------------------
Sunday, March 28, 2010
N-02) Murat Bardakçı --- TUĞBA AKÇAY PLAGIARISM vakası - 2010 - Afyon Kocatepe Üniversitesi --- Ünvanlı hırsızlarımız
------------------------------------------
http://www.haberarz.com/Murat_Bardakci+Unvanli_hirsizlarimiz_yazi252.html
Ünvanlı hırsızlarımız
Murat Bardakçı
08.02.2010
TELEVİZYONDA geçen hafta, Afyon'daki Kocatepe Üniversitesi'nde yapılan bir intihalden, yani bilimsel hırsızlıktan bahsetmiştim...
Müzik konusunda yüksek lisans yapan bir hanım benim seneler önce çıkarttığım ama şimdi mevcudu olmayan bir kitabımı almış, tarayıcıya koyup hemen her sayfasını metin dosyası haline getirmiş, üzerine imzasını atıp ciltletmiş, başta tez danışmanı hoca olmak üzere, jüri bu hırsızlık malını kabul edip intihalci öğrenciye akademik ünvan vermişti.
Adına "tez" denilen bu çalıntının sayfalarını çevirirken dehşet içinde kalmıştım; zira elimden bugüne kadar intihal mahsulü birhayli "eser" geçmişti ama böylesini görmemiştim! Kitabımı sayfa sayfa taradıktan sonra ilk sayfasına ismini koymaya utanmayan hatun, metinde benimle alâkalı olan yerleri, yani kendimden bahsettiğim kısımları bile çıkartma zahmetine tenezzül etmemişti. Anlayacağınız, tezde konuşan bendenizdim, tez jürisi ise derin bir gaflet uykusunda idi!
Çalıntıyı televizyonda teşhir etmemden sonra Afyon Kocatepe Üniversitesi'nden aradılar,
"Gereğini yapıyoruz, resmî muamele tamamlandıktan sonra tez iptal edilecek, öğrencinin ünvanı geri alınacak"
dediler, şimdi neticeyi bekliyorum.
ÇALAN ÇALANA!
Üniversitelerimizin şu andaki en büyük derdi, bence bu intihal hadiseleridir, özellikle de fen bilimleri ile ilgili tezlerde batılı araştırmalardan yapılan aşırmalar artık haddi aşmış vaziyettedir.
Ve, hemen her ilde bir üniversite açma hevesimizden dolayı, unuttuğumuz bir kural: Lisans eğitimi ile lisansüstü eğitimler, birbirinden farklı konulardır. Biri temel bilgiler vermeye, diğeri akademik kadrolar yetiştirmeye yararlar. Ama, bu kural, Türkiye'de senelerden buyana gözardı edilmiştir ve "bilim adamlığının ilk basamağı" demek olan yüksek lisans eğitimi, bugün birçok üniversitede akademik araştırma maksadıyla değil, öğrenciye lisan döneminde her nedense gereği gibi öğretilemeyen bilgileri ezberletmeye yaramaktadır.
YÖK'ün internet sitesine girin, özellikle de yeni kurulmuş üniversitelerde yaptırılan sosyal bilimlerdeki tezleri bir gözden geçirin: Bu tezlerin çoğunun akademik araştırma değil, sıradan bir mezuniyet tezi kimliği taşıdıklarını görürsünüz.
YETKİ SINIRLAMASI
Dolayısıyla, yapılması gereken, yüksek lisans yahut doktora gibi akademik ünvanların, önüne gelen her üniversite tarafından dağıtılmasına artık bir son verilmesi, yeni üniversitelerin akademik ünvan verme yetkilerinin ellerinden alınması ve bu işin yeterli ilmî seviyeye sahip olan ciddî ve köklü kurumlara bırakılmasıdır.
Böylelikle, akademik kadrosu kuvvetli olmayan üniversiteleri bitiren ve lisans üstü eğitimlerini ciddî bir kurumda yapmaya hak kazanan gençler, o kurumlardaki işi bilen hocaların elinde hem lisans dönemindeki eksiklerini tamamlayacak, hem de akademik araştırmanın ne olduğunu lâyıkiyle öğrenebileceklerdir.
Unutmayalım: Yeni kurulan, yeterli ve güçlü akademik kadrosu bulunmayan, sadece binadan ibaret olan ama kapısında "Üniversite" yazan kurumlardaki ilmî noksanları zamanla tamamlamak mümkündür fakat
kaybolup giden ilmî ahlâkı yerine getirmek çok zor, hattâ imkânsız gibidir.
------------------------------------------
http://www.haberarz.com/Murat_Bardakci+Unvanli_hirsizlarimiz_yazi252.html
Ünvanlı hırsızlarımız
Murat Bardakçı
08.02.2010
TELEVİZYONDA geçen hafta, Afyon'daki Kocatepe Üniversitesi'nde yapılan bir intihalden, yani bilimsel hırsızlıktan bahsetmiştim...
Müzik konusunda yüksek lisans yapan bir hanım benim seneler önce çıkarttığım ama şimdi mevcudu olmayan bir kitabımı almış, tarayıcıya koyup hemen her sayfasını metin dosyası haline getirmiş, üzerine imzasını atıp ciltletmiş, başta tez danışmanı hoca olmak üzere, jüri bu hırsızlık malını kabul edip intihalci öğrenciye akademik ünvan vermişti.
Adına "tez" denilen bu çalıntının sayfalarını çevirirken dehşet içinde kalmıştım; zira elimden bugüne kadar intihal mahsulü birhayli "eser" geçmişti ama böylesini görmemiştim! Kitabımı sayfa sayfa taradıktan sonra ilk sayfasına ismini koymaya utanmayan hatun, metinde benimle alâkalı olan yerleri, yani kendimden bahsettiğim kısımları bile çıkartma zahmetine tenezzül etmemişti. Anlayacağınız, tezde konuşan bendenizdim, tez jürisi ise derin bir gaflet uykusunda idi!
Çalıntıyı televizyonda teşhir etmemden sonra Afyon Kocatepe Üniversitesi'nden aradılar,
"Gereğini yapıyoruz, resmî muamele tamamlandıktan sonra tez iptal edilecek, öğrencinin ünvanı geri alınacak"
dediler, şimdi neticeyi bekliyorum.
ÇALAN ÇALANA!
Üniversitelerimizin şu andaki en büyük derdi, bence bu intihal hadiseleridir, özellikle de fen bilimleri ile ilgili tezlerde batılı araştırmalardan yapılan aşırmalar artık haddi aşmış vaziyettedir.
Ve, hemen her ilde bir üniversite açma hevesimizden dolayı, unuttuğumuz bir kural: Lisans eğitimi ile lisansüstü eğitimler, birbirinden farklı konulardır. Biri temel bilgiler vermeye, diğeri akademik kadrolar yetiştirmeye yararlar. Ama, bu kural, Türkiye'de senelerden buyana gözardı edilmiştir ve "bilim adamlığının ilk basamağı" demek olan yüksek lisans eğitimi, bugün birçok üniversitede akademik araştırma maksadıyla değil, öğrenciye lisan döneminde her nedense gereği gibi öğretilemeyen bilgileri ezberletmeye yaramaktadır.
YÖK'ün internet sitesine girin, özellikle de yeni kurulmuş üniversitelerde yaptırılan sosyal bilimlerdeki tezleri bir gözden geçirin: Bu tezlerin çoğunun akademik araştırma değil, sıradan bir mezuniyet tezi kimliği taşıdıklarını görürsünüz.
YETKİ SINIRLAMASI
Dolayısıyla, yapılması gereken, yüksek lisans yahut doktora gibi akademik ünvanların, önüne gelen her üniversite tarafından dağıtılmasına artık bir son verilmesi, yeni üniversitelerin akademik ünvan verme yetkilerinin ellerinden alınması ve bu işin yeterli ilmî seviyeye sahip olan ciddî ve köklü kurumlara bırakılmasıdır.
Böylelikle, akademik kadrosu kuvvetli olmayan üniversiteleri bitiren ve lisans üstü eğitimlerini ciddî bir kurumda yapmaya hak kazanan gençler, o kurumlardaki işi bilen hocaların elinde hem lisans dönemindeki eksiklerini tamamlayacak, hem de akademik araştırmanın ne olduğunu lâyıkiyle öğrenebileceklerdir.
Unutmayalım: Yeni kurulan, yeterli ve güçlü akademik kadrosu bulunmayan, sadece binadan ibaret olan ama kapısında "Üniversite" yazan kurumlardaki ilmî noksanları zamanla tamamlamak mümkündür fakat
kaybolup giden ilmî ahlâkı yerine getirmek çok zor, hattâ imkânsız gibidir.
------------------------------------------
Saturday, March 27, 2010
N-01) Hakan ÖZDENER --- Türk Üniversitelerinin Kanayan Yarası : Bilimsel Yayın ve Çalışmalardaki Etik Problemler
---------------------------------------
http://www.habername.com/yazi/hakan-ozdener-turk-universitelerinin-kanayan-yarasi-4001.htm
Hakan ÖZDENER
hakan@habername.com
Türk Üniversitelerinin Kanayan Yarası :
21 Mart 2010 Pazar
Türk Üniversitelerinin Kanayan Yarası: Bilimsel Yayın ve Çalışmalardaki Etik Problemler
Bugünkü yazımızda ülkemizde bilimin gelişmemesine neden olan engellerin birisi belkide en önemlilerden olan ve Türkiye çıkışlı yayınlara uluslararası alanda duyulan güvensizliğin (en azından temkinli yaklaşılışın) ana nedenlerinden olan “bilimsel çalışma ve yayınlarda” yaygın ve sistematik olarak yapılan hırsızlık ve aşırmacılık ve kopyacılık ve uydurma ve çarpıtma nın nedenleri ve bunların düzeltilmesi için yapılması gerekenleri ele alacağız.
Ülkemizdeki bilimsel etik problemleri iki kısımda inceleyebiliriz. Birincisi, tıp doktorlarının uzmanlık bitirme tezleri başta olmak üzere, master ve doktora öğrencilerinin tez veya bitirme projelerini yaparken, çoğu zaman tez öğrencileri tarafından gerçekleştiren ama
tez yönetileri tarafından bilinen ve
bilerek ve sistemli olarak göz yumulan bilimsel hırsızlıklar ve çarpıtmalar ve uydurmacılıktır.
İkincisi ise genelde akademik çalışma yapan ve akademik hayatının başında olan öğretim üyelerinin, akademik yükselme kaygusu ile yaptıkları sürekli dergilerde basılan yayınlarda yapılan bilimsel etiğe ve zaman zamanda kanunlara bile aykırı olan davranışlardır. Bunlarda kendi aralarında aşağıda inceleyeceğimiz gibi çok çeşitli ve çok amaçlidir.
Bu yazımızda, konuyla az çok ilgili herkesin yakından bildiği internette arama motorlarına türkçe veya ingilizce olarak “ bilimsel hırsızlık, Türkiye ve plagiarism and Turkey” yazdığınızda karşınıza çıkabilecek şahıs ve üniversite adlarını tekrarlamak yerine problemin derinliği, sebebleri ve çözüme katkısı olabileceğine inandığım düşüncelerimi paylaşacağım.
Ne yazık ki ülkemizdeki bilimsel hırsızlığın her türlüsü
ilk okul düzeyinden,
üniversitedeki profesöre hatta rektörlere ve YÖK başkanının eserlerinde kadar yaygın şekilde yapılmaktadır ve
en kötüsü ise bu son derece normal davranış olarak algılanmakta ve değişik şahsi yorumlarla kişiler kendilerinin haklılığını (!) savunmaktadırlar.
Bu olayların ülkemizdeki yaygınlığı ve dozu o kadar fazla ki,
bu yüzden ülkemizde bulunan bilimsel etiğe bağlı, her türlü hürmete layık değerli bilim insanlarımız, hak ettikleri uluslararası saygınlığı ve tanınmayı elde edememektedirler.
Ayrıca, hak ettikleri akademik ilerlemede bilimsel etiği uymayan arkadaşlarının gerisine düşmektedirler.
Bir müddet sonra bu insanlar bir çeşit kenara çekilmekte ve/veya
oyun dışında kalmaya zorlanmaktadırlar.
Bu durum ise ülkemizdeki bilimin kalitesini kısır döngü içinde daha da düşürürken, bilimsel ahlaksızlık normal ve yükselmek için olması gereken bir karakter olarak kabul görmektedir.
Bunun en güncel örneği 2007 yılında ortaya çıkarılan ve tüm dünyada geniş yankılar uyandıran, ülkemizdeki birden fazla üniversite öğretim üyesinin ve doktora öğrencilerinin katıldığı tesbit edilen
fizik bilim dalında yapılan bilimsel ahlaksızlığıdır.
Bu işin boyutunu anlatmak için sadece şu örneği vermek yeterli olur diye düşünüyorum. Bu akademisyenlerin içinde olan bir doktora öğrencisinin 40’a yakın uluslararası yayını vardı. Bunların hepsi uluslararası ortamdan çekildi ve kişiler tüm dünyaya bilimsel hırsız olarak tanıtıldı, Tabiki ülkemiz ve her türlü saygıya layık bilim adamlarımız da bundan nasiblerini aldılar ve alacaklar.
Diğer çarpıcı bir örnek ise, doçentlik imtihanına hazırlanan yardımcı doçentlerin dosyalarında gorülen çarpıklıklardır. Bilimsel hırsızlığa zemin hazırlıyan ve ülkemizdeki akademisyenleri bilimsel alanda yanlış yola yiten bu sistemin/uygulamanın değiştirilmesi genç akademisyenleri kendilerinde uzun vadede öz güven yitimi ve bilimsel davranış bozukluğunu geliştirmesini engelliyecektir. Bunu şu şekilde örnekleyebiliriz. Yardımcı doçent olan akademisyenin doçent olabilmesi için girmesi gereken ilk sınav yayınların yeterliliğidir. Genelde tıp fakültesi öğretim üyelerine mahsus olmak üzere, 3-4 yıllık bir yardımcı doçentin yayın dosyasındaki yazılı ve sözlü tebliğler hariç basılmıs yayınlarının sayısı 20-40 arasında değişmektedir. Bu yayınların çoğu adayın arkadaşları ile ortaklaşa yaptığı ve çoğu zaman kendisinin bile içeriğini bilmediği yayınlardır. Hatta bu yayınların bir kısmında yazarın adının yazılmasını hak edeceği hiç bir katkısı ve emeği yoktur. Aday yine yayınlarının diğer kısmında ise, o çalışmaları hiç bilmeyen ve hiç bir katkısı olmayan diğer akademisyenlerin adı yazdığını görürsünüz. Yani herkesin karşılıklı rızasına ve bilgisine dayalı “yaz beni, yazayim seni” anlayışı ve uygulamasının tipik bir uygulaması gerçekleşmektedir.
İşin en acı yanı ise Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) dahil olmak üzere, doçentlik jürisinde bulunan profesörlerde bunun böyle olduğunu bilmektedirler.
Hiç kimse 3-5 yıllık yardımcı doçentlik süresinde sen bu kadar yayını nasıl yaptın diye sormaz ama
jüri üyeleride böyle bir dosyayı bekler ve ister.
Çünkü doçentlik şartnamesi de bunu teşvik etmektedir.
Bilimsel olarak çok kısıtlı şartlara sahip olan ve
herşeyden daha önemlisi ilkokuldan itibaren,
asistanlık süresi dahil olmak üzere eğitim hayatında hiç veya çok az bilimsel çalışma yapabilmiş akademisyenden bir anda içi son derece kaliteli ve hemde belli sayıda akademik yayınlar ile dolu dosya istenmektedir.
Bu bilimsel alt yapı eksikliği üzerine yoğun olarak çalışma temposu ve sosyal ve akademik çevre baskısıda etkilenince
akademisyen bu sıkıntıdan kurtulmak için her türlü yolu mübah görmektedir. Bundan sonra bilimsel etik kurallarına uymayan her türlü davranış şekli normal sıradan bir davranış şekline dönüşmektedir.
Türkiye deki bilimsel açmazın diğer ciddi boyutu ise,
özellikle tıp doktorlarının ihtisas sonunda hazırlamak zorunda oldukları ihtisas bitirme tezleri başta olmak üzere,
master ve doktora tezlerindeki bilimsel etiğe uymayan davranışlardır.
Bunların içinde en masum hatalardan tutunda
yapılmamış deneylerin yapılmış gibi gösterilmesi ve
deneylerden elde edilen sonuçların, çalışma anlamlı hale gelmesi, tezi kısa kesmek, yayın çıkarmak ve benzer amaçlar için, çarpıtılmasına kadar çok yaygın uygulamalar mevcuttur.
Bunların bir kısmından belki tez sorumlusunun haberi olmaya bilir ama
bu işlere genelde en hafif ifade ile tez sorumlusu akademisyen göz yumar hatta
teşvik etmektedir.
Bunu yaparken her zaman geçerli bir sebeb ve mazeret hazır olarak bulunmaktadır.
Diğer ciddi bilimsel hırsızlık sebebi ise, master ve doktora bitirme tezlerinde karşılaşılan davranışlardır.
Bunların en bariz olanı ise, yapılmamış deneyleri kağıd üzerinde yapılmış göstermek ve veya
istatistiksel olarak anlamlı olmayan ve çok az sayıda denekle yapılmış çalışmalardaki sayıları bilerek ve sistemli olarak anlamlı hale getirmektir.
Bir başka deyişle ise, bir sıçan kullanılarak yapılmış deneyden elde edilen sonucu sanki 10-20 sıçan kullanarak yapılmış gibi takdim etmekdir. Bu tür tezlerde kullanılan hayvan sayısı ile gercekte kullanılan çok farklı olup, yapıldığı iddia edilen deneylerin belli bir kısmı yapılmadan sanki yapılmış gibi gösterilmektedir.
Oysaki ne tezi yapanın nede tezin yapıldığı enstitütinin böyle bir akademik alt yapısı mevcuttur.
Tüm bu hareketlerin altında akademisyenin ve akademik kuruluşunun bilimsel alt yapısı ve kaygusu olmaması yatmaktadır.
Bunun çözümünün tek yolu ise, yeni gelen nesillere ana okulundan itibaren bilimsel çalışma zevki, lezzeti ve ahlakının öğretilmesidir. Düşünün hepimiz tüm eğitim hayatımız boyunca çalışkan öğrencilere verilen takma isimler “inek, ot” gibi alçaltıcı isimlerdir.
Kopya çekmek son derece yaygın bir davranış olup, iyi kopya çeken öğrenciler arkadaşları arasında itibar sahibi olmaktadır.
Bu şekilde yetişen çocukların hangi bilimsel ahlakı ve davranışı geliştirmesini beklersiniz.
O öğrencilerin ilerde akademik hayatlarında da bu yolu seçmiyecekleri son derece şüphelidir.
Bilimsel çalışmanın her türlüsü, her alanı, sabır, büyük emek, özen ve yaptığınız işe, başta araştırmacının kendi kendisine ve kullandığı tüm araç ve gereçlere saygı ister. Buda bitirme tezlerini yaparken öğrenilecek birşey değil ama uygulunacak kazanılmış davranıştır. Bu davranışta ana okulu sırasından başlayıp tüm eğitim hatta hayat boyunca öğrenilecek harekettir.
Bu problemin çözümü ile ilgili görüşlerimizi bir sonraki yazımızda ele alacağız.
---------------------------------------
http://www.habername.com/yazi/hakan-ozdener-turk-universitelerinin-kanayan-yarasi-4001.htm
Hakan ÖZDENER
hakan@habername.com
Türk Üniversitelerinin Kanayan Yarası :
21 Mart 2010 Pazar
Türk Üniversitelerinin Kanayan Yarası: Bilimsel Yayın ve Çalışmalardaki Etik Problemler
Bugünkü yazımızda ülkemizde bilimin gelişmemesine neden olan engellerin birisi belkide en önemlilerden olan ve Türkiye çıkışlı yayınlara uluslararası alanda duyulan güvensizliğin (en azından temkinli yaklaşılışın) ana nedenlerinden olan “bilimsel çalışma ve yayınlarda” yaygın ve sistematik olarak yapılan hırsızlık ve aşırmacılık ve kopyacılık ve uydurma ve çarpıtma nın nedenleri ve bunların düzeltilmesi için yapılması gerekenleri ele alacağız.
Ülkemizdeki bilimsel etik problemleri iki kısımda inceleyebiliriz. Birincisi, tıp doktorlarının uzmanlık bitirme tezleri başta olmak üzere, master ve doktora öğrencilerinin tez veya bitirme projelerini yaparken, çoğu zaman tez öğrencileri tarafından gerçekleştiren ama
tez yönetileri tarafından bilinen ve
bilerek ve sistemli olarak göz yumulan bilimsel hırsızlıklar ve çarpıtmalar ve uydurmacılıktır.
İkincisi ise genelde akademik çalışma yapan ve akademik hayatının başında olan öğretim üyelerinin, akademik yükselme kaygusu ile yaptıkları sürekli dergilerde basılan yayınlarda yapılan bilimsel etiğe ve zaman zamanda kanunlara bile aykırı olan davranışlardır. Bunlarda kendi aralarında aşağıda inceleyeceğimiz gibi çok çeşitli ve çok amaçlidir.
Bu yazımızda, konuyla az çok ilgili herkesin yakından bildiği internette arama motorlarına türkçe veya ingilizce olarak “ bilimsel hırsızlık, Türkiye ve plagiarism and Turkey” yazdığınızda karşınıza çıkabilecek şahıs ve üniversite adlarını tekrarlamak yerine problemin derinliği, sebebleri ve çözüme katkısı olabileceğine inandığım düşüncelerimi paylaşacağım.
Ne yazık ki ülkemizdeki bilimsel hırsızlığın her türlüsü
ilk okul düzeyinden,
üniversitedeki profesöre hatta rektörlere ve YÖK başkanının eserlerinde kadar yaygın şekilde yapılmaktadır ve
en kötüsü ise bu son derece normal davranış olarak algılanmakta ve değişik şahsi yorumlarla kişiler kendilerinin haklılığını (!) savunmaktadırlar.
Bu olayların ülkemizdeki yaygınlığı ve dozu o kadar fazla ki,
bu yüzden ülkemizde bulunan bilimsel etiğe bağlı, her türlü hürmete layık değerli bilim insanlarımız, hak ettikleri uluslararası saygınlığı ve tanınmayı elde edememektedirler.
Ayrıca, hak ettikleri akademik ilerlemede bilimsel etiği uymayan arkadaşlarının gerisine düşmektedirler.
Bir müddet sonra bu insanlar bir çeşit kenara çekilmekte ve/veya
oyun dışında kalmaya zorlanmaktadırlar.
Bu durum ise ülkemizdeki bilimin kalitesini kısır döngü içinde daha da düşürürken, bilimsel ahlaksızlık normal ve yükselmek için olması gereken bir karakter olarak kabul görmektedir.
Bunun en güncel örneği 2007 yılında ortaya çıkarılan ve tüm dünyada geniş yankılar uyandıran, ülkemizdeki birden fazla üniversite öğretim üyesinin ve doktora öğrencilerinin katıldığı tesbit edilen
fizik bilim dalında yapılan bilimsel ahlaksızlığıdır.
Bu işin boyutunu anlatmak için sadece şu örneği vermek yeterli olur diye düşünüyorum. Bu akademisyenlerin içinde olan bir doktora öğrencisinin 40’a yakın uluslararası yayını vardı. Bunların hepsi uluslararası ortamdan çekildi ve kişiler tüm dünyaya bilimsel hırsız olarak tanıtıldı, Tabiki ülkemiz ve her türlü saygıya layık bilim adamlarımız da bundan nasiblerini aldılar ve alacaklar.
Diğer çarpıcı bir örnek ise, doçentlik imtihanına hazırlanan yardımcı doçentlerin dosyalarında gorülen çarpıklıklardır. Bilimsel hırsızlığa zemin hazırlıyan ve ülkemizdeki akademisyenleri bilimsel alanda yanlış yola yiten bu sistemin/uygulamanın değiştirilmesi genç akademisyenleri kendilerinde uzun vadede öz güven yitimi ve bilimsel davranış bozukluğunu geliştirmesini engelliyecektir. Bunu şu şekilde örnekleyebiliriz. Yardımcı doçent olan akademisyenin doçent olabilmesi için girmesi gereken ilk sınav yayınların yeterliliğidir. Genelde tıp fakültesi öğretim üyelerine mahsus olmak üzere, 3-4 yıllık bir yardımcı doçentin yayın dosyasındaki yazılı ve sözlü tebliğler hariç basılmıs yayınlarının sayısı 20-40 arasında değişmektedir. Bu yayınların çoğu adayın arkadaşları ile ortaklaşa yaptığı ve çoğu zaman kendisinin bile içeriğini bilmediği yayınlardır. Hatta bu yayınların bir kısmında yazarın adının yazılmasını hak edeceği hiç bir katkısı ve emeği yoktur. Aday yine yayınlarının diğer kısmında ise, o çalışmaları hiç bilmeyen ve hiç bir katkısı olmayan diğer akademisyenlerin adı yazdığını görürsünüz. Yani herkesin karşılıklı rızasına ve bilgisine dayalı “yaz beni, yazayim seni” anlayışı ve uygulamasının tipik bir uygulaması gerçekleşmektedir.
İşin en acı yanı ise Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) dahil olmak üzere, doçentlik jürisinde bulunan profesörlerde bunun böyle olduğunu bilmektedirler.
Hiç kimse 3-5 yıllık yardımcı doçentlik süresinde sen bu kadar yayını nasıl yaptın diye sormaz ama
jüri üyeleride böyle bir dosyayı bekler ve ister.
Çünkü doçentlik şartnamesi de bunu teşvik etmektedir.
Bilimsel olarak çok kısıtlı şartlara sahip olan ve
herşeyden daha önemlisi ilkokuldan itibaren,
asistanlık süresi dahil olmak üzere eğitim hayatında hiç veya çok az bilimsel çalışma yapabilmiş akademisyenden bir anda içi son derece kaliteli ve hemde belli sayıda akademik yayınlar ile dolu dosya istenmektedir.
Bu bilimsel alt yapı eksikliği üzerine yoğun olarak çalışma temposu ve sosyal ve akademik çevre baskısıda etkilenince
akademisyen bu sıkıntıdan kurtulmak için her türlü yolu mübah görmektedir. Bundan sonra bilimsel etik kurallarına uymayan her türlü davranış şekli normal sıradan bir davranış şekline dönüşmektedir.
Türkiye deki bilimsel açmazın diğer ciddi boyutu ise,
özellikle tıp doktorlarının ihtisas sonunda hazırlamak zorunda oldukları ihtisas bitirme tezleri başta olmak üzere,
master ve doktora tezlerindeki bilimsel etiğe uymayan davranışlardır.
Bunların içinde en masum hatalardan tutunda
yapılmamış deneylerin yapılmış gibi gösterilmesi ve
deneylerden elde edilen sonuçların, çalışma anlamlı hale gelmesi, tezi kısa kesmek, yayın çıkarmak ve benzer amaçlar için, çarpıtılmasına kadar çok yaygın uygulamalar mevcuttur.
Bunların bir kısmından belki tez sorumlusunun haberi olmaya bilir ama
bu işlere genelde en hafif ifade ile tez sorumlusu akademisyen göz yumar hatta
teşvik etmektedir.
Bunu yaparken her zaman geçerli bir sebeb ve mazeret hazır olarak bulunmaktadır.
Diğer ciddi bilimsel hırsızlık sebebi ise, master ve doktora bitirme tezlerinde karşılaşılan davranışlardır.
Bunların en bariz olanı ise, yapılmamış deneyleri kağıd üzerinde yapılmış göstermek ve veya
istatistiksel olarak anlamlı olmayan ve çok az sayıda denekle yapılmış çalışmalardaki sayıları bilerek ve sistemli olarak anlamlı hale getirmektir.
Bir başka deyişle ise, bir sıçan kullanılarak yapılmış deneyden elde edilen sonucu sanki 10-20 sıçan kullanarak yapılmış gibi takdim etmekdir. Bu tür tezlerde kullanılan hayvan sayısı ile gercekte kullanılan çok farklı olup, yapıldığı iddia edilen deneylerin belli bir kısmı yapılmadan sanki yapılmış gibi gösterilmektedir.
Oysaki ne tezi yapanın nede tezin yapıldığı enstitütinin böyle bir akademik alt yapısı mevcuttur.
Tüm bu hareketlerin altında akademisyenin ve akademik kuruluşunun bilimsel alt yapısı ve kaygusu olmaması yatmaktadır.
Bunun çözümünün tek yolu ise, yeni gelen nesillere ana okulundan itibaren bilimsel çalışma zevki, lezzeti ve ahlakının öğretilmesidir. Düşünün hepimiz tüm eğitim hayatımız boyunca çalışkan öğrencilere verilen takma isimler “inek, ot” gibi alçaltıcı isimlerdir.
Kopya çekmek son derece yaygın bir davranış olup, iyi kopya çeken öğrenciler arkadaşları arasında itibar sahibi olmaktadır.
Bu şekilde yetişen çocukların hangi bilimsel ahlakı ve davranışı geliştirmesini beklersiniz.
O öğrencilerin ilerde akademik hayatlarında da bu yolu seçmiyecekleri son derece şüphelidir.
Bilimsel çalışmanın her türlüsü, her alanı, sabır, büyük emek, özen ve yaptığınız işe, başta araştırmacının kendi kendisine ve kullandığı tüm araç ve gereçlere saygı ister. Buda bitirme tezlerini yaparken öğrenilecek birşey değil ama uygulunacak kazanılmış davranıştır. Bu davranışta ana okulu sırasından başlayıp tüm eğitim hatta hayat boyunca öğrenilecek harekettir.
Bu problemin çözümü ile ilgili görüşlerimizi bir sonraki yazımızda ele alacağız.
---------------------------------------
Subscribe to:
Posts (Atom)